Fatih Terim GFXGetty & Depo compozite

Pas oyununun ortaya çıkışı ve 90'lardan bugüne Fatih Terim


İNCELEME | Güner Çalış @oolegunnar


Fatih Terim antrenörlük kariyerine 80’lerin sonunda başladı, 90’ların ortasında yükselişe geçti ve 2000’lerin başında zirveye ulaştı. Daha sonraki iki on yıllık sürecin, bu parlak ve durmaksızın yukarıya doğru ivmelenme gösteren ilk dönemden farklı olarak iniş çıkışlarla geçtiği ise pek tabiî söylenebilir. Dahası, bu durumun son derece normal olduğundan da bahsedilebilir. Nitekim Terim’e yakın yaşlarda olan ve onunla benzer dönemlerde antrenörlüğe adım atan Arsène Wenger, Louis van Gaal, Ottmar Hitzfeld gibi elit antrenörlerin kariyerleri incelendiğinde de, tıpkı futbolcuların kariyer döngülerinde olduğu gibi, ilk on yıllık yüksek performans dönemini takiben önce platoda seyreden ve daha sonra düşüşe geçen ikinci bir on yıllık dönem fark edilebiliyor. Ya da büyük çıkışlarını 2000’lerin başında yapan Jose Mourinho ve Rafa Benitez’in 2010’lardaki duraklama süreci, antrenörlerin kariyer seyrine dair bu gözlemin bir sonraki jenerasyon üzerinden sağlaması olarak okunabilir.

2020’lerdeki Terim’i değerlendirmeye çalışırken en sık başvurulan yollardan biri, 90’lara dönüş yapmak oluyor. Buna göre, rakip yarı sahada pres gibi o dönemle bağdaşan niteliklere son derece olumlu değerler atfedilirken geriden pasla ve sabırla çıkmaya dayalı oyun, olasılıkla da o dönemin risk almaktan çekinmeyen takımından farklı bir anlayışı temsil ettiği için, Terim’in kendi karakterinden vazgeçmesi, dolayısıyla da olumsuz bir dönüşüm olarak görülebiliyor. Fakat kariyeri bu denli uzun bir sürece yayılan antrenörlerde, başlangıç fikirlerinden uzaklaşmak esasında son derece normal; hatta belki de uzun ömürlü olabilmenin ön koşulu olarak değerlendirilebilir.

Günümüzün en oyuncu dostu antrenörlerinden olan Carlo Ancelotti, sistemine uymadığı gerekçesiyle antrenörlük kariyerinin ilk yıllarında Roberto Baggio’yu reddedecek kadar tutucu biriydi. Wenger uzun yıllar yalnızca 4-4-2’yi tercih etmiş; Van Gaal, Hollanda Millî Takımı'ndaki biçimiyle bir üçlü savunma oynayabileceğini 2010’lara gelene dek muhtemelen aklından geçirmemişti. Elbette bu kadar geriye gitmeden, Jürgen Klopp’un Borussia Dortmund’daki heavy metal futbolunun tekrar edilemezliğinden ve o oyunun ancak daha kontrollü bir versiyonu ile Premier Lig şampiyonluğuna ulaşılabildiğinden de bahsedilebilir. Çünkü hızla değişen koşullar, kazandıran yöntemi dönüşüme uğratıyor ve daha önce işe yarayanı birebir tekrar edebilmek, hemen hiçbir durumda mümkün olmuyor. O hâlde, bilhassa da uzun bir kariyer izleyen ve buna bağlı olarak belli bir dönüşüm geçirme baskısını daha fazla hisseden antrenörler söz konusu olduğunda, bu dönüşümlerin ne ölçüde başarıyla gerçekleştiğini tartışmak yerine gerekçelerini irdelemek, futbolun evrimini kavramak açısından daha doğru bir yaklaşım olabilir.

Fatih Terim & Jupp DerwallDepo Photos

Jupp Derwall’in başa geçişinden bir yıl sonra, 1985 yazında futbolculuk kariyerine nokta koyan Fatih Terim, bizzat kendi anlattığı üzere, sonrasında futbolun içinde kalmaya niyetlenen biri değildi. Gazetede köşe yazarlığı ve televizyonda yorumcululuk için gelen teklifleri reddetmiş, bu tip işlere girmek yerine spor malzemeleri satan bir dükkân açmayı tercih etmişti. [1] Bu bir yıllık sürede, eşi ve yeni doğan kızıyla daha fazla vakit geçirme fırsatı bulan Terim’i futbola geri döndüren ise Meksika’da düzenlenen 1986 Dünya Kupası’nı yerinde takip etme deneyimi olacaktı. Terim, 2013 yılında The Blizzard dergisinden Andy Brassell’a verdiği geniş röportajda, 1986 yazının etkisine ilişkin şu ifadeleri kullanıyor: “Artık kaçamıyordum. Herkes futbola geri dönmemi istiyordu ve antrenör olarak yolculuğum da böylece başlamış oldu.” [2]

Terim, gecikmeli olarak başlayan antrenörlük kariyerine dair aktarılabilecek bir başka anekdota göre, esasında iki yıl öncesinde, 1984 yılında Tomislav Ivic'in yardımcılığı için düşünülen isimdi. Fakat o dönemde faal futbolculuk kariyerine son vermeyi henüz düşünmediğinden, gazeteler aracılığıyla haberdar olacağı jübile teklifinden büyük rahatsızlık duyacak ve zaten Ivic'in de Benfica’dan aldığı teklif sonrası [3] henüz sezon başlamadan takımdan ayrılmasıyla bu tasarı gerçekleşemeyecekti. Terim’in olumsuz cevabından sonra teklif götürülen isim ise Mustafa Denizli olacak; bu teklif üzerine jübilesini yapan Denizli, Ivic'in değil ama Derwall’in yardımcısı olarak 1984 yazında antrenörlük kariyerine başlayacaktı. [4]

Terim’in ilk antrenörlük deneyimi, Meksika’daki Dünya Kupası’ndan bir yıl sonra, 1987’de Ankaragücü’nde oldu. Başkan Nurettin Çarmıklı yönetiminde iddialı bir ekip oluşturmayı hedefleyen başkent temsilcisi [5], Galatasaray’la Türkiye Ligi şampiyonlukları kazanan Brian Birch’i başa getirdikten iki ay sonra İngiliz antrenörle yollarını ayırmış ve dördüncü haftada takımın yönetimini 34 yaşındaki Terim’e bırakmıştı. Terim, Ankaragücü’ndeki ilk sezonunu düşme hattının bir puan üzerinde 13. sırada; ikinci sezonunu ise yedinci sıradaki Boluspor’un sekiz puan önünde 6. sırada tamamladı. Sonraki sezon, 1. Lig hasreti yedi yıla yükselen Göztepe’yi tekrardan bir üst lige çıkarma hedefiyle İzmir’in yolunu tuttu. Sarı-kırmızılı ekip, bir alt lige düştüğü 1982-83 sezonundan bu yana en iyi dereceyi elde etmesine karşın grubunu ikinci sırada tamamladı ve bir üst lige çıkamadı. Terim, Göztepe’de bir sezon kaldı.

1989 yılında göreve gelen Şenes Erzik’in başkanlığında yeni bir yapılanmaya giden Türkiye Futbol Federasyonu, Jupp Derwall’in başdanışmanlığında, Sepp Piontek’i millî takımın başına geçirecek; Alman teknik direktörün yardımcıları olarak da Rasim Kara ve Fatih Terim seçilecekti. [6] Böylece Terim’in millî takım yılları başladı. 1990-1993 yılları arasında Piontek’in yardımcısı ve 21 yaş altı millî takımının teknik direktörü olarak görev yaptı. Terim yönetimindeki 21 yaş altı millî takım, 1993 yılında, Akdeniz Oyunları’nda tarihindeki ilk ve tek şampiyonluğa ulaştı.

Terim, Piontek’in ayrılığı sonrası, o yıl A Millî Takım’ın başına geçti. A Millî Takım, Piontek ile çıktığı 26 maçta 4 galibiyet alabilmiş; bu galibiyetlerin ikisi, Lüksemburg ve San Marino’ya karşı oynanan maçlarda gelmişti. Beşinci torbadan girdiği 1996 Avrupa Şampiyonası elemelerine Terim’le hazırlanan Türkiye, 16 takımın yer aldığı turnuvaya tarihinde ilk kez katılma hakkı elde etti. Terim, bu altı yıllık başarılı dönemin sonunda, 1996 Avrupa Şampiyonası sonrasında millî takıma veda etti ve antrenörlük kariyerinin onuncu sezonunda Galatasaray’ın başına geçti.

Young Fatih Terim Turkey U21 CoachAA

Her ne kadar her biri daha sonra yan yollara sapsalar ve zaman içinde kendi stillerini oluştursalar da, antrenörlerin büyük kısmı için futbola dair ilk fikirleri şekillendiren, örnek alınan bir usta figürü söz konusudur. Bu figürler, bilhassa da heyecan verici, yeni bir oyun stili ortaya çıktığında merak uyandırır; medyada, oyunun kökenlerine dair incelikli bir anlatı oluşturulmaya çalışılır. Galatasaray’ın 1996 - 2000 yılları arasında sergilediği futbolun hangi etkilenmelerle ortaya çıktığı, bu açıdan her zaman için ilgi çekici bir soru olmuştur.

Genelgeçer anlatı, Terim için bu figürün Piontek olduğu yönündedir. Fakat bu ikili arasında, Pep Guardiola’nın Johan Cruyff’la veya Mauricio Pochettino’nun Marcelo Bielsa’yla kurduğu türden güçlü bir halef ile selef ilişkisi bulabilmek o kadar da kolay olmayabilir. Dahası, Galatasaray’daki futbolculuk kariyerinin ilk yıllarında pek çok İngiliz antrenörle çalışan Terim’in, ilk fikirlerini bu dönemlerde oluşturmuş olması dahi söz konusu olabilir. Nitekim gerek Terim’in transfer olduğu sezon takımdan ayrılan Brian Birch’ün, gerekse Terim’i ilk kez liberoya çeken antrenör olan Don Howe’un [7] dönemlerinde, Galatasaray öncelikle rakiplerine fiziksel olarak üstün gelmesiyle hatırlanmaktaydı. 

Diğer yandan, ilk millî takım döneminin ardından Terim’in üçlü savunma kullanmaktan gitgide uzaklaşması ve 90’ların başından bu yana üçlü savunmayı temel alan Galatasaray’ın 1996 - 2000 arasında aşama aşama dörtlü savunmaya geçiş yapması, Terim’in Piontek’ten esinlenmelerinin nispeten kısıtlı olabileceği yönündeki değerlendirmeyi yine destekler nitelikte görülebilir.

Sepp Piontek, kariyerinin tamamını Werder Bremen’de geçirmiş; sert ve korkusuz bir savunma oyuncusuydu. 30 yaşındayken ağır bir diz sakatlığı yaşayan Piontek, sahadan ayrı kaldığı bir yıllık sürede antrenörlük lisanslarını almaya başlamış ve bir yıl sonra Werder Bremen’in başına geçerek Bundesliga’nın o dönemki en genç antrenörü unvanını kazanmıştı. Piontek, antrenörlük kariyerinin ilk yıllarında futbolculuğu dönemindeki başarıları göstermekten uzaktı. Dört sezon kaldığı Werder Bremen’de ve sezon bitmeden ayrılacağı Fortuna Düsseldorf’ta ilk 10 sıranın üzerine çıkamadı. Daha sonra fantastik bir maceraya atılarak iki yıl Haiti’de ve oradan dönüşünde bir sezon ikinci ligdeki St. Pauli’de çalıştı. Piontek’i uluslararası üne kavuşturan ise on bir yılını geçirdiği Danimarka Millî Takımı oldu. O yıllarda Danca da öğrenen Piontek, şu anda Odense yakınlarında küçük bir kasaba olan Blommenslyts’te, Danimarka’da yaşamını sürdürüyor. [8]

Danimarka futbolunun yükselişi, 1970’lerde başlamıştı. 1971’e gelene dek millî takımda yalnızca amatör futbolcuların oynamasına izin veriliyor ve 1978 öncesinde profesyonel bir futbol ligi bulunmuyordu. Öte yandan pek çok yetenekli oyuncu genç yaşlarda çoktan çevre ülkelerin yolunu tutmuş ve örneğin Borussia Mönchengladbach’ta forma giyen Allan Simonsen, 1978 yılında Avrupa’da Yılın Futbolcusu ödülünü almıştı. Bu gelişmeleri gören Kopenhag menşeili bira şirketi Carlsberg, 1978’de Danimarka Futbol Federasyonu’na sponsor olmayı teklif edecek ve bir yıl sonra Piontek’in getirilmesiyle millî takımın profesyonelleştirilmesi süreci resmen ilân edilmiş olacaktı. [9]

Werder Bremen’de pek çok Danimarkalı oyuncuyla çalışan Piontek’i federasyona öneren isim, o yıllardan oyuncusu olan Per Røntved’di. Birçoğunun yolu Ajax’ta Cruyff’la kesişmiş olan bu yetenekli oyuncu havuzu ile Piontek’in disiplinerliğinin birleşimi, "Danimarka Dinamiti" olarak bilinen 80’lerin kült takımını doğurdu. Miroslav Blazevic ve Carlos Bilardo ile birlikte 80’lerde ortaya çıkan 3-5-2’nin mucitleri arasında sayılan Piontek [10], oyuncuların saha içinde sıkça ve özgürce yer değiştirdiği, rakibi çaresiz bırakan âni top sürüşlere ve pas sekanslarına dayanan, son derece ofansif, ama bir o kadar da dağılmaya müsait, "kontra" adını verdiği bir sistem oluşturmuştu.

1984 Avrupa Şampiyonası’nda yarı final oynayan ve 1986 Dünya Kupası’nda Ölüm Grubu’ndan üçte üç yaparak çıkmayı başarıp son 16 turunda İspanya’ya 5-1 mağlup olan Danimarka Dinamiti, aynı 70’lerin Hollanda’sı gibi, kupa kazanmayı başaramayan, ama futbolseverlerde derin izler bırakan bir takım olarak hafızalarda yer edecekti.

Sepp Piontek Denmark National Team CoachDepo Photos

Terim, Galatasaraylılık etiketine ve millî takım döneminde elde ettiği başarılara karşın, 1996’da sarı-kırmızılıların başına geçtiğinde, kimileri için hâlâ kanıtlaması gereken bazı şeyler olan biri olarak görülüyordu denebilir. Nitekim 2000’de kulüpten ayrılığı söz konusu olduğunda, 90’ların ilk yarısında başkanlık görevini yürüten Alp Yalman, onun döneminde Terim’i takımın başında görmek istemeyen yöneticiler olduğunu belirterek Faruk Süren yönetimindeki isimleri işaret edecek; olasılıkla, on bir yıl süren futbolculuğu döneminde şampiyonluk elde edilememiş olması ve buna binaen üzerine yapışan "uğursuz" lâkabı, ayrıca yine o dönemden hatırlanan hırçın tavrı, kaygıların gerekçelerini oluşturacaktı. [11]

Dahası, günümüzdeki durumun tam aksi biçimde, yabancı antrenörlerin popüler ve fazla sayıda olduğu; dört büyüklerin yerli antrenörlerle şampiyonluklarının uzun süreler görülmediği bir dönemden geçiliyordu. Süper Lig’in ilk oynandığı yıl olan 1959’dan üç puanlı sisteme geçilen 1987-88 sezonuna gelene dek geçen 29 sezonda Trabzonspor altı kez, Galatasaray ise üç kez yerli antrenörlerle şampiyonluğa ulaşmış; geri kalan 20 şampiyonluğun tamamında takımların başında yabancılar yer almıştı. Üç puanlı ilk sezonda, Mustafa Denizli’nin yönetimindeki Galatasaray şampiyon oluyor; bundan sonraki süreçte ise, Terim’in başa geçtiği 1996-97 sezonuna kadar dokuz sezon daha yabancı antrenörlerle şampiyonluk kazanılıyordu.

Esasında Denizli ve Terim, belli bir müddet daha, yeni bir dönemi işaret etmekten ziyade birer istisna olarak kalmaya devam edecekti. Terim’in şampiyonluklara ambargo koyduğu dönemin ardından 2000-01 sezonunda Fenerbahçe ile ikinci şampiyonluğunu kazanan Denizli’den sonra, 2008-09’da yine Denizli’ye gelene dek, şampiyonların yabancılar ile kazanması geleneği sürdü. 2010’ların tamamında ise şampiyonluklar yerli antrenörlerle geldi ve bu trend günümüzde de geçerliliğini koruyor.

Daha sonraki dönemde, özellikle 1997-98’deki sezon başı tökezlemesinde, Terim’e dair bu ilk güvensizlik medyada çıkan sert yazılar ve örneğin Hıncal Uluç gibi isimlerin saha dışına kadar taşan eleştirileri ile kendini gösterdi. [12] Terim’in o yıllarda oluşturmaya başladığı "imparator" persona'sını, biraz bu yönden görmek gerekebilir. Nitekim her ne kadar Terim’in futbolculuk döneminde de son derece iddialı ve lider karakterli biri olarak öne çıktığı söylenebilecekse de, antrenörlüğe geçiş sonrası daha farklı bir meşruiyet ve saygınlık arayışının doğduğu; yakın dönemden Sergen Yalçın örneği ile desteklenebilir. Yalçın’ın da futbolculuk yıllarından ziyade artık öncelikle şu anda yaptığı işle anılmak istediği, haklı olarak bu yönüyle saygı beklediği; hatta bu yüzden zaman zaman daha farklı bir imaj çizmek zorunda hissettiği yorumunda bulunulabilir. Son olarak Stefan Kuntz’la yaşadığı diyalog, bu açıdan hassasiyetinin bir göstergesi olarak görülebilir.

Fatih Terim’in Galatasaray’daki ilk sezonu, 90’ların başından bu yana Alman antrenörlerce şekillendirilen oyun sisteminin bir devamı niteliğinde, üçlü savunmalı ve çift forvetli bir düzenle geçmişti. Terim’in o sezona dair iki önemli avantajı, Kupa Galipleri Kupası'nda finale kadar yürüyecek Paris Saint-Germain’le eşleşilmesi sonrası Avrupa’ya erken veda edilmesi ve tamamen lige odaklanılması; bunun yanı sıra, yönetici İrfan Kurtoğlu’nun girişimleriyle Romanya’dan Gheorghe Hagi, Adrian Ilie, Iulian Filipescu gibi oyuncuların takıma kazandırılmış olmasıydı. Dolayısıyla her ne kadar Brad Friedel, Dean Saunders gibi önemli figürler ayrılmış olsa da, onların yerlerini dolduran çok daha değerli oyuncular alınmış; bir önceki sezonun omurgası ve oyun biçimi büyük oranda aynı kalmıştı.

Henüz ilk haftalarda Fenerbahçe karşısında 4-0’lık ağır bir mağlubiyet alan Terim, sezon sonu geldiğinde hem rüştünü bir kez daha ispatlayan, hem de ona sonraki inşa dönemi için zaman ve kredi sağlayacak olan ilk şampiyonluğunu elde etti. Nitekim takımın kademe kademe yeniden inşası sonraki üç sezona yayılacak ve Terim’in gerçek anlamda imzasını atması ikinci sezonda başlayacaktı.

Galatasaray 1996-00 Tactics Evolution

1997-98 sezonunun başında, Galatasaray’ın dengesini bozan iki temel gelişme vardı. Bunlardan ilki, takımın Şampiyonlar Ligi gruplarında yer alması ve burada ortaya çıkan güç farkının doğurduğu mağlubiyetler; diğer yandan bu durumun yarattığı fikstür yoğunluğunun ligde yarattığı zorluklar idi. Galatasaray, o sezon eylül ve ekim aylarında oynadığı dokuz maçtan üç galibiyet, altı mağlubiyetle ayrılacaktı.

İkinci gelişme ise Rumenlerin grubuna yeni bir büyük oyuncunun, Gheorghe Popescu’nun katılması; fakat bu transferin ne şekilde takıma entegre edileceğinin ilk aşamada bulunamamasıydı. Rumen savunmacı, kasım ayına gelene dek orta sahada kullanılmış ve Terim’in daha modern bir dizilim olarak görülen dörtlü savunmaya geçmek istediği görülmüştü. Bu sistemde dört kişilik savunma hattının önündeki ilk oyuncu olarak görev alan Popescu, pozisyon bilgisi ve pas becerisiyle fark yaratacak biri olarak tasavvur edilmiş olsa gerekti. Fakat gerek sistemin yeniliği gerekse Popescu’nun bu rolü oynamak ve geniş alanları kapatmak için yeterli dinamizme sahip olmaması, Galatasaray için büyük sorunlar doğuracaktı.

Galatasaray, o sezon ligdeki ilk deplasman galibiyetini kasım ayında, Popescu’nun üçlü savunmaya geçtiği ilk maçta, Samsunspor karşısında aldı. [13] Sonbaharın geride kalmasıyla ise Galatasaray tekrardan bildiği ve iyi uygulayabildiği üçlü savunmaya geçti; Avrupa defterinin de kapatılmasıyla şahlanan takım, sahiden de "Mayıslar Bizimdir" şiarına uygun olarak, sezonun ikinci yarısındaki çıkışıyla bir kez daha şampiyonluğu elde etti.

UEFA Kupası zaferine yürüyecek takımın inşasında son aşamayı, Friedel’in gidişi sonrası bir türlü yeri doldurulamayan kaleci pozisyonu oluşturuyordu. Galatasaray, o dönem Paris Saint-Germain’in kalesini koruyan Bernard Lama gibi önemli isimlerle ilgilenmiş; en sonunda, Hagi ve Popescu gibi eklemelerin bir devamı niteliğinde olacak Claudio Taffarel ile anlaşılmıştı. Takım o sezonda da Avrupa’daki tüm maçlarda üçlü savunma ile oynadı, fakat lige bir kez daha dörtlü savunma oynama iddiasıyla başladı. Galatasaray, kısa bir müddet ligde de üçlü oynadıktan sonra, bu kez bir önceki yıldan farklı olarak, ikinci yarının tamamında dörtlü savunma kullanarak sezonu noktaladı. Süper Lig’de ve Türkiye Kupası’nda şampiyonluk elde edilen, Şampiyonlar Ligi’nde ise çeyrek finalin kapısından dönülen 1998-99 sezonunda, Galatasaray adına üç önemli gelişme ortaya çıktı: kaleci sorunu giderilmiş, dörtlü savunma oynama pratiği geliştirilerek ana plan hâline getirilmiş ve 19 yaşındaki Emre Belözoğlu artık A takımın ana parçalarından biri hâline gelmişti.

Dördüncü sezon ise Terim’in ve kökenleri daha öncesine, 90’ların başına dek dayandırılabilecek oyuncu grubunun, adeta ustalık eseri oldu. Parken Stadyumu’ndaki finalde on birde başlayan yedi yerli oyuncudan en son takıma katılanı, üçüncü sezonunu dolduran Ümit Davala’ydı. Davalı’yı beşinci sezonu geride kalan Ergün Penbe takip ediyor; diğer beş oyuncu ise yedi sezon veya daha fazla süredir sarı-kırmızılı formayı giyiyordu. Galatasaray, eylül ayında eline geçirdiği liderliği sezon sonuna dek bırakmadı; Chelsea karşısındaki 5-0’lık şok mağlubiyetin ardından, Avrupa’da oynanan 11 maçta namağlup ilerleyerek UEFA Kupası zaferine ulaştı. O sezon, ligde ve Avrupa’da oynanan tüm maçlarda dörtlü savunmayla sahaya çıkıldı. Galatasaray’ın efsaneleşen ön alanda baskılı oyun anlayışından bahsedilirken, takımın bu gelişim aşamalarının ve dörtlü savunmaya geçiş sürecinin anlatımına, sanki aynı ehemmiyet verilmiyor gibi gözüküyor. Hâlbuki o oyun biçiminin ortaya çıkabilmesi de nihayetinde sahanın optimum parselizasyonu ve Popescu örneğinde görüldüğü üzere, oyunculara uygun rollerin bulunabilmesiyle mümkündü.

Üçlü savunma kullanılan dönemde orta beşlinin kanatlarında görev alan oyuncuların dörtlü savunmaya geçildiğinde ofansif açıdan son derece güçlü bekler olarak belirmeleri, gelişim sürecinin çok boyutluluğuna dair bir örnek olarak ele alınabilir. Galatasaray, o yıllarda pek çok farklı pozisyonda görev yapabilen, bunu da yıllar içinde tüm bu pozisyonlarda deneyim elde etmiş olmaları sebebiyle büyük ölçüde gerçekleştirebilen; nispeten dar ama fonksiyonel, bununla birlikte yaş ortalaması düşük ve fizik gücü yüksek bir oyuncu grubuna sahipti.

2000 UEFA Cup Winner GalatasarayDepo Photos

Fatih Terim, agresif ve riskli oyun stiliyle kendini gösteren önceki takımlarından farklı olarak, 2010’ların ikinci yarısında oldukça sabırlı ve topa sahip olmayı daha fazla önemseyen bir oyun anlayışıyla karşımıza çıkmaya başladı. Oyuna yaklaşımdaki bu değişimin ilk emareleri Euro 2016 elemeleri sürecinde, millî takım döneminde görülmeye başlamış ve biraz da sembolik bir biçimde, eğer bir kırılma anı seçilecekse, bu an büyük ihtimalle 3-0 kazanılan Hollanda maçı olmuştu. Nitekim kenar oyuncularının hızla rakip kaleye inebilen tipik kanat forvetlerden ziyade Hakan Çalhanoğlu ve Arda Turan gibi iki teknik orta sahadan oluştuğu o günkü takım, sonrasında oynadığı dokuz maçta sekiz galibiyet alacak ve son derece formda bir biçimde Euro 2016’ya katılacaktı.

Euro 2016’da saha dışı olaylarla gündeme gelen, fakat ilk iki maçta güçlü rakipleri karşısında saha içinde de etkisiz ve topu rakip kaleye taşımakta zorlanan bir görüntü sergileyen Türkiye, son maçta ise kenarlarda Volkan Şen ve Emre Mor’u kullanarak sistem değişikliğine gitmiş ve sergilenen daha direkt oyun, Çek Cumhuriyeti karşısında 2-0’lık galibiyeti getirmişti. 2019-20 sezonunda benzer bir kadro yapılanmasına başvuracak ve daha sonrasında o yazı hatırlatan sorunlarla karşılaşacak Galatasaray açısından, Euro 2016’nın adeta bir uyarı niteliği taşımış olduğu söylenebilir.

Terim, Galatasaray’daki son iki dönemine de esasında eskiyi hatırlatan, daha direkt bir oyun anlayışı göstererek başlamıştı. Hatırlanacağı üzere, sarı-kırmızılılar 2011-12 sezonunun ilk lig maçına teknik ekibin 2-5-3 olarak tarif edeceği, karşı alanda pres yapma isteği son derece yüksek ve kenarlarında iki fuleli oyuncu barındıran ofansif bir sistemle çıkmıştı. Fakat sonbahar bitimine dek ideal dizilimini bulmakta zorlanacak olan Galatasaray, ancak kenarlarında iki orta saha karakterli oyuncunun olduğu 4-4-2’ye geçmesinin ardından galibiyet serisini yakalamış; oyun açısından da taraftarda iz bırakan bir takım böyle ortaya çıkmıştı.

Dördüncü döneminde ise sezon ortasında başa geçen Terim, takıma gerçek anlamda şekil verebilmeye 2018-19 sezonu itibarıyla başlayacak; Galatasaray o sezona kenarlarında Henry Onyekuru ve Garry Rodrigues gibi süratli, forvet nitelikli oyuncuların olduğu ve iç oyuncuları olarak da Younes Belhanda ve Emre Akbaba gibi teknik kapasitesi yüksek isimlerin tercih edildiği iddialı bir oyun anlayışıyla giriş yapacaktı. Ama bu sezonda da şampiyonluk, sonbahar sonrasında geçiş yapılan yeni bir oyun anlayışıyla; Sofiane Feghouli, Belhanda ve Mariano üçlüsünün teknik becerilerini ön plana çıkaran, daha sabırlı ve ayağa pasa dayalı oyun sistemiyle geldi.

Dolayısıyla en kabaca biçimde ifade etmek gerekirse, Terim’in 2010’larda da 90’lardaki oyunu günümüze taşımak isteyerek işe başladığı; fakat artık kazandıran formülün başka yollardan geçtiğine ikna olmasıyla böyle bir dönüşümü zorunlu olarak gerçekleştirdiği yorumunda bulunulabilir.

Fatih Terim GFXDepo Photos

2016 yılında Goal Türkiye'ye kapsamlı bir röportaj veren Aykut Kocaman [14], antrenörlüğe ilk başladığı dönemden bu yana geçirdiği değişimi şu sözlerle açıklamıştı: “Yapmak istiyorsunuz ama rakip izin vermiyor. Sahaya geniş yayılmanın bir bedeli de var. Topu kaptırdığınız zaman, fiziken daha güçlü rakipler karşısında, bu sefer fazla atak yemeye ve oyundaki üstünlüğü kaybetmeye başlıyorsunuz. En önemli kırılma, tarihini bilmiyorum ama, burada oldu.”

Terim’in 2018-19 sezonunun ikinci yarısından itibaren fazlaca kontratak riski barındıran cüretkâr oyun anlayışından uzaklaşarak topun kıymetini bilen bir felsefeyi benimsemeye başlaması, Kocaman’la benzer tecrübeler yaşayarak aynı sonuca ulaşmasıyla açıklanabilir. Nitekim topa sahip olma oyununa ilişkin kavramlardan daha sık bahsetmesi de o sezonun ikinci yarısında ortaya çıkmış ve örneğin 3-1 kazanılan Trabzonspor maçı sonrası, Terim şöyle bir açıklama yapmıştı: “Bizi tehdit edecek olan tek unsur biz hücumdayken kaptırdığımız toplardır, özellikle merkezde. O zaman yapmamız gereken bir önemli şey her atağı sonuçlandırmak.” [15]

2018-19, Galatasaray’ın topa sahip olma oyununun önemini ve belki de modern dönemdeki zaruretini keşfettiği sezondu. Sonraki sezonlar, elde edilen kötü tecrübelerin yol göstericiliğinde, bu oyunun ne biçimde mükemmelleştirilebileceğinin kademe kademe keşfedilmesine tanıklık etti. Yine kötü geçen bir sonbahar mevsimi sonrası, 2019-20 sezonundan çıkarılan iki temel ders oldu ve günümüze dek korunan iki yeni prensip ortaya çıktı: Defans hattının önündeki ilk orta sahanın kesiciliği kadar teknik özelliklerinin de ön planda olması gerekiyor ve kenarlardaki oyunculardan en az birinin mutlak suretle rakip savunma arkasına koşular gerçekleştirmesi, forvet karakterli biri olması isteniyordu.

Son olarak geçtiğimiz sezonun edinimi, top kazanıcı ve dinamik bir orta saha oyuncusuna duyulan ihtiyacın belirginleşmesi; kadro planlamasının bu doğrultuda ilerlemesi oldu. Takımın evrimindeki bir sonraki aşamayı ise sanki her iki kenar oyuncusunun da direkt, süratli kanat forvetlerden seçilmesi oluşturacak. Fakat şu an için böyle bir tercih, çok fazla top kaybına sebep oluyor, takımın ritmini bozuyor ve hâliyle de önceki sezonlarda olduğu gibi kenarlar yine biri daha yaratıcı, diğeri ise bitirici olmak üzere iki farklı oyuncu tipiyle dengeleniyor.

Galatasaray’ın topa sahip olma oyununun ne biçimde ilerleyeceğini veya 2010’lardan hangi takımı andıracağını şimdiden kestirebilmek elbette zor. Nihayetinde topa sahip olma oyunu oynayan takımlar da kendi içlerinde stil farklılıkları gösteriyor ve örneğin kendi yarı sahasında yaptığı paslarla rakibi üzerine çekmeye çalışan Maurizio Sarri’nin Napoli’si ile oyunu öncelikle rakip yarı sahada kurgulamak isteyen Guardiola’nın Manchester City’si veya her iki takımdan farklı olarak oyuncuların saha içindeki pozisyon alışlarının son derece özgürce seyrettiği Erik ten Hag’lı Ajax [16], esasında birbirinden farklı anlayışları temsil ediyor. Bu bağlamda şu anki Galatasaray’ın oyuncuya yüksek inisiyatif tanıyan stili yönünden Ajax’a, oyun kurulumunda kendi yarı alanında geçirdiği sürenin fazlalığı açısındansa Sarri'nin Napoli’sine benzediği yorumunda bulunulabilir.

Ama tüm benzerliklere ve etkileşimlere rağmen elbette herkesin kendine ait bir yolu var. Terim'in de öyle. Kırk yıla yaklaşan bu uzun antrenörlük yolculuğu hakkında gözden kaçan ya da hakkı yeterince verilmeyen daha çok detay olmalı. Sabırla ve özenle gözlemlemeye devam etmek gerek.


[1] https://www.hurriyet.com.tr/fatih-terim-35548
[2] https://www.theblizzard.co.uk/article/fatih-terim
[3] http://www.silivrihurhaber.com/fatih-terim-in-hazmedilemeyen-gercegi-m70383.html   
[4] https://www.socratesdergi.com/derwall-hocam-degil-okulumdu/
[5] https://www.sabah.com.tr/yazarlar/donat/2012/03/01/4-basbakan
[6] https://www.milliyet.com.tr/skorer/yilmaz-vural-fatih-terimin-onunu-actim-2761322
[7] https://www.socratesdergi.com/amator-ruh-mehmet-ozgul/
[8] https://www.milliyet.com.tr/skorer/galeri/son-dakika-haberleri-sepp-piontekten-stefan-kuntz-itirafi-fatih-terime-mesaj-6615960/8
[9] https://www.theguardian.com/football/blog/2009/oct/13/forgotten-story-denmark-1980s
[10] https://www.socratesdergi.com/uzun-metraj/3-5-2-geri-dondu/
[11] O Bir İmparator, Ahmet Çakır.
[12] https://www.hurriyet.com.tr/hincal-uluc-39053048
[13] https://www.aspor.com.tr/galatasaray/2018/02/20/popescudan-yillar-sonra-itiraf-fatih-terim-kovulacakti
[14] https://www.goal.com/tr/news/4929/%C3%B6zel-haber/2016/10/27/28384252/aykut-kocaman-insanlara-hayal-satmaya-%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fm%C4%B1yorum-onlar%C4%B1 
[15] https://www.socratesdergi.com/akibet/
[16] https://www.goal.com/tr/haber/mauricio-pochettino-futbol-hakiki-insanlari-kaybetti-artik/dmavwj58up0k16wlxytc8ytl6
Reklam