Lewandowski-2022-23-BarcaGetty

Robert Lewandowski: Bu filmi sizinle paylaşmak istiyorum

Geçtiğimiz günlerde Barcelona formasını sırtına geçiren Polonyalı golcü Robert Lewandowski, The Players Tribune için kaleme aldığı yazısında gözlerinin önünden geçen hayatını, çamurlu sahalardan Avrupa’nın zirvesine ulaşan yolunu, şu an hayal kurmaya cesareti olmayan hiç değilse bir çocuğun bundan memnun olması için anlatıyor. İnsanların bunu klişe bulacağını düşünüyor ancak kendisi gözlerinin önünden bu filmin sahne sahne geçtiğine emin.

Birkaç gün önce, yatakta uyandım, döndüm ve yastığın üzerinde yanımda yatan ilginç bir şey gördüm. Hani güzel bir uykudan uyanırsın ve her şey hala rüyadaymışsın gibidir.

Bu şeyi gördüğümde ilk tepkim ‘Ne? Bu buraya nasıl geldi?’ gibiydi. Bir törende olmakla ve bir ödül almakla ilgili sisli anılarım vardı ama bana gerçek olamayacak kadar garip görünüyordu. Sonra bu şeyi tuttum, ‘vay be’ diye düşündüm.

Haberin devamı aşağıda

Rüya değildi, gerçekti. Seni dünyanın en iyi futbolcusu seçtiler ve sen ödülü yatağa götürdün hahahah ne elde ettiğimi anlamak için o ödüle dik dik bakmam gerekti. Aslında bu tamamen doğru değil. Doğrusu, hala tam olarak anlayamadım.

‘‘Polonyalı çocukların dünyanın en iyisi olması beklenmez.” – Robert Lewandowski

Size Polonyalı insanlar hakkında bir şey açıklayayım, belki o zaman anlarsınız. Törenden önce ben Bayern Munich ile harika bir yıl geçirdiğimi, ödülü kazanabileceğimi biliyordum. Belki de hak ettim bile ama Polonya’da bizim aşağılık kompleksimiz vardır. Dünyanın en iyi oyuncusu olarak adlandırılan kimseye sahip olmadık. Çocukken takip edeceğiniz yıldızlarınız yoktur. Scoutlar her zaman “Leh bir çocuğa göre… oldukça yetenekli.” gibi şeyler söylerler. Yani kimsenin yeterince iyi olmadığı, hiçbirimizin zirveye çıkamayacağı hissine sahibizdir.

Polonyalı çocukların dünyanın en iyisi olması beklenmez. Bu olması beklenen bir şey değildir. O yüzden ödülü aldığımda inanamadım. İnsanların bunun klişe olduğunu düşündüğünü biliyorum ama hayatım gözlerimin önünden gerçekten geçmeye başladı. Topla ilk adımlarımı, çamurlu sahalardaki ilk maçlarımı ve bu noktaya gelmemde bana yardım eden tüm insanları görebiliyordum. Film gibiydi. Tüm drama, üç sahnede kendisini gösterdi ve bu ben filmi sizinle paylaşmak istiyorum. Çünkü biliyorum ki Polonya’da ya da başka bir yerde şu an hayal kurmaya cesaret edemeyen en az bir çocuk bundan memnun olacak.

Filmde şöyle oluyordu:

Sahne 1: Ayin

Çocukken ilk Komünyon ayinimi yerel kilisede yaptım. Katolik dinine alışkın olmayanlar için; bu gerçekten özel bir gündür. Kilisedeki ayinle başlar ve daha sonrasında ailelerimizle birlikte kutlarız. Sorun şuydu ki ayinden üç saat sonra benim bir maçım vardı ve gerçekten çok uzaktaydı.

Babam Krzysztof, kutlamadan önce rahiple küçük bir sohbet etti. Bu, Varşova’nın 40 dakika batısındaki küçük bir köyde, memleketim Leszno’daydı yani babam oradaki herkesi tanırdı. ‘Peder, belki işe yarım saat önce başlayabiliriz, belki de son 10 dakikayı kesebiliriz; görüyorsun, oğlumun maçı var.’ dedi. Kulağa saçma gelebilir ama aslında rahip beni o kadar iyi tanıyordu ki bir anlığına düşündü, ‘Tabi, niye olmasın. Futbolu ne kadar sevdiğini biliyoruz. Hızlı olacağız.’ dedi. Ayin bittiği anda haç işareti yaptım ve babamla araya koşuşturup yola koyulduk. Tabii ki maçı kazandık ;-)

Lewondowski Chilhood

Sanırım bu hikaye benim çocukluğumu özetliyor. Aynı zamanda babamı da özetliyor. Beş yaşında futbol oynamaya başladığımda Lesnzo’da benim yaşımdaki çocuklar için takım yoktu.

Kendimden iki yaş büyük çocuklarla oynamak zorundaydım. Zordu çünkü ben çok utangaçtım, sıskaydım ve o yaşlarda iki yıl çok önemliydi.

Ayrıca yıllarca Varşova’da bir takımda oynadım ve antrenmanlara gitmek için yolculuk etmem gerekiyordu. Eğer beni oraya götürmeye hevesli ebeveynlerim olmasaydı futbol hayalim daha başlamadan biterdi. İkisi de beden eğitimi öğretmeniydi ve babam benim beden eğitimi öğretmenim olmuştu. Beni okuldan sonra antrenmana götürür, iki saat bitmesini bekler ve beni eve bırakırdı.

Kulübün soyunma odası yoktu, genellikle yağmurda koşar ve arabaya çamurla kaplanmış bir şekilde geri gelirdim. Karanlığın içinden geçer ve 10’da eve gelirdik. Yani evet bu, ben sadece antrenman yapabileyim diye babam için dört saatlik bir yolculuktu. Diğer bazı ebeveynler onun deli olduğunu düşünürdü. Şaka yapmıyorum gerçekten diğer ebeveynlerin, benim ebeveynlerim hakkımda “bunu neden yapıyorsunuz?” dediğini duydum. Asla bunu çocuklarının profesyonel olmasını istedikleri için yaptıklarını söylemediler. Aksine bunun, Robert’in bir hayali için olduğunu, bu oyunu sevdiği için olduğunu söylediler. Asla ‘Robert için her şeyi yapmalıyız böylece profesyonel olacak, zirveye ulaşacak ve biz zengin olacağız.’ değildi. Asla.

Lewo Chilhood Grandpa

Birçok ebeveyn çocuklarına başarılı olmaları için baskı yapar, bilirsin. Kenarda durup 10 yaşındaki çocuklarına haykıran babalar gördüm. Ben küçükken bu iyi bir motivasyon değildi, hala değil. Çünkü bu ebeveynler bir sporcu olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorlar.

Futbol sevginizin yürekten gelmesi gerektiğini anlamıyorlar. Gençken bile benim bunu başarmak için çok sıska ve küçük olduğuma inanan insanlar vardı. Şimdiki çocukların dediği gibi ‘Haters’. Ama ailem beni her zaman diğerlerinin ne dediğini görmezden gelmeye, kendim için düşünmeye teşvik etti. Bana her zaman bu tek bir şeyi söylerlerdi, “Robert içgüdülerine güven.” derlerdi. Ne demek istediklerini anlamam yıllar sürdü. Bu bir forvet için ya da aslında herkes için iyi bir dersti.

Sahne 2: Reddediliş

16 yaşındayken uzun bir hastalığın sonunda babamı kaybettim. Bunun benim için ne kadar zor olduğunu tarif etmekte hala zorlanıyorum. Bir oğlan çocuğuyken büyümek ve bir erkek olmakla ilgili sadece babanla konuşabileceğin bazı şeyler vardır. O öldükten sonra, onunla birçok durumda bu konuları konuşmayı istedim. Sadece onu 10 dakikalığına bile arayabilmeyi dileğim çok zaman oldu ama yapamadım.

Annem elinden geldiğince bana yardım etmeye çalıştı ve benim için yaptıklarına çok saygı duyuyorum. Hem anne hem baba olmak zorundaydı. O zamanlar Polonya’nın en büyük kulüplerinden birinin rezerv takımı olan Legia Warsaw’da oynuyordum. Üçüncü ligde oynuyorduk. 2006’da yaklaşık bir yıl sonra sözleşmem bitmek üzereydi ve kulüp bunu bir sene daha uzatmak isteyip istemedikleri konusunda karar vermek zorundaydı.

Maalesef ciddi bir bir diz sakatlığı geçirdim ve kulüpteki bazı insanlar eski gücüme dönebileceğimi düşünmüyorlardı. Korkunç zamanlardı, kulübe ne yapacaklarını sordum. Bana söylemek için teknik direktörü göndermeye zahmet bile etmediler. Bana kulübün beni bırakacağını söyleyen sekreteri gönderdiler. Hayatımın en kötü günlerinden biriydi. Babamı kaybetmiştim. Şimdi kariyerim alt üst oluyordu. Haberi aldıktan sonra annemin beklediği arabaya geri döndüm. O bir şeylerin ters gittiğini hemen anlayabilirdi ve ben karşı koyamadım, ağlamaya başladım.

Ona neler olduğunu anlattım. Çok güçlüydü, “Tamam o zaman çalışmamız gerek geçmişi düşünmenin faydası yok, bir şeyler yapmalıyız.’’ dedi. Znicz Pruszkow ile irtibata geçti. Aynı lig daha küçük bir kulüp. Aslında birkaç ay önce beni istemişlerdi ve ben hiç şansı yok diye düşünmüştüm. Neden Znicz Pruszkow için Legia’dan ayrılacaktım ki?

Ama şimdi beni hala istedikleri için mutluydum. Oraya gittim ve toparlanmaya başladım. O kadar kötü bir durumdaydım ki doğru düzgün koşamazdım. Bacağımdan biri diğerinin gerisinde kalıyordu, sanki bileğime bir çimento bloğu sarılıydı. Gülünç gözüküyordu. Nefret edenleri dinlediğimi düşün, belki de bu sakatlık beni durdururdu.

Düşünün: Büyük yetenekler halihazırda Bayern, Barça, Manchester United gibi kulüplerde oynuyor. Ben burada Polonya üçüncü liginde nasıl koşulacağını hatırlamaya çalışıyorum. Elbette, bu belirsizlikten ve ızdıraptan çok şey öğrendim. Özgüvenim için çok çalışmam gerekiyordu ve tekrar formuma dönmek için çok zamana ihtiyacım vardı.

Ama bunu yaptığımda çok maçta gol atmaya başladım. Dört yıl sonra Polonya futbolunu bırakmam için gelen tekliflerle bombardımana tutuldum. Çok fazla söylenti vardı, çok fazla kişi bana ne yapacağımı söylüyordu. Çok fazla yere gidebilirdim ama ailemin bana söyledi söylediğini hatırladım. “İçgüdülerine güven.”

Derinlerde bir yerde, her zaman gitmek istediğim yeri biliyordum.

Almanya, beni çağırıyordu.

Sahne 3: Bahis

Jürgen Klopp ile bir keresinde iddiaya girdim. 2010 yılıydı, birkaç aydır Borussia Dortmund’daydım. Açıkcası, çok zordu. Geldiğimde tek kelime Almancayı zar zor konuşuyordum. Danke demeyi, Scheisse demeyi biliyordum. Hava yağmurlu ve griydi ve Klopp ile antrenmanların yoğunluğu çok çok yüksekti.

Bir iz bırakabilmek için çok umutsuzdum ve Jürgen bana meydan okumak istedi. İlk birkaç ayda küçük bir iddiaya girdik. Eğer antrenmanlarda 10 gol atarsam bana 50 Euro verecekti. Eğer atamazsam, ben ona 50 Euro verecektim. İlk haftalarda neredeyse her zaman benim ödemem gerekti. Bana gülüyordu ama birkaç ay sonra işler değişti, kolayca para elde eden bendim. Bir gün bana gelip “Dur tamam yeter, artık hazırsın.” dedi ama aslında değildim. Maçlar antrenmanlardan çok farklıydı. O sezon, genellikle yedek kulübesinden oyuna çıkıyordum. Sezonun ikinci yarısında daha çok oynadım ama forvet arkası 10 numara olaraktı. Benim en sevdiğim pozisyon ise 9 numaraydı. Yine de bu altı ay için Jürgen’e teşekkür etmeliyim.

Lewandowski kloppGettyimages

Oyuncuların forvet arkasında nasıl olması gerektiği hakkında, nasıl daha derin oynamam gerektiği hakkında çok şey öğrendim. İkinci sezon başladığında hala zorlanıyordum. Aynı zamanda Jürgen’in benden bir şey istediğini hissettim ama tam olarak ne olduğunu anlayamamıştım.

Şampiyonlar Ligi’nde Marsilya’ya gerçekten kötü bir yenilgiden sonra, sanırım 3-0 kaybetmiştik; Jürgen’i görmeye gittim, “Hadi Jürgen konuşmalıyız söyle, benden ne bekliyorsun?” dedim. Söylediği her şeyi hatırlamıyorum Almancam hala çok iyi değil ama bildiğim birkaç kelimeden, onun beden dilinden birbirimizi anladık. Harika bir sohbet ettik. Üç gün sonra hat-trick yaptım ve Augsburg karşısında başka bir gole daha asist yaptım. 4-0 kazandık bu benim için bir dönüm noktasıydı. Mental bir şeydi, bir tür duygusal zorluktu ve sanırım babamla bir ilgisi vardı. O zamanlar bunun hakkında düşünmedim ama şimdi anlıyorum ki Jürgen ile olan konuşmam sanırım babamla yapabilmeyi dilediğim konuşmalardan biriydi. Uzun yıllardır sahip olamadığım şeylerden biriydi. Jürgen’le her şey hakkında konuşabilirdim, ona güvenebilirdim. O bir aile adamıydı ve özel hayatında neler olduğunu konusunda empatisi çok yüksekti.

Jürgen beni için sadece bir baba figürü değildi. Bir hoca olarak, ‘kötü’ öğretmene benziyordu. Bunu bu kelimenin en iyi anlamıyla söylüyorum. Açıklayayım, Okulda olduğun zamanları düşün hangi öğretmenini daha çok hatırlıyorsun? Hayatı senin için kolaylaştıran ve senden hiçbir şey beklemeyeni değil. Hayır, hayır, hayır sen kötü öğretmeni hatırlıyorsun. Sana karşı katı olanı hatırlıyorsun, sendeki en iyiyi çıkarmak için sana baskı yapanı hatırlıyorsun. Bu seni daha iyi yapan öğretmendir değil mi? Ve Jürgen işte böyleydi. B öğrencisi olmana izin vermezdi, Jürgen A+ öğrenciler istiyordu.

Kendisi için istemiyordu senin için istiyordu. Bana çok şey öğretti. Ben Dortmund’a geldiğimde her şeyi bir an önce yapmak istiyordum; güçlü bir pas sadece tek bir dokunuş. Jürgen bana sakinleşmeyi öğretti, eğer gerekirse iki dokunuşu öğretti. Doğama bu tamamen aykırıydı ama çok geçmeden daha çok gol atıyordum. Yavaşladığımda bana hızlanmam için tekrar meydan okudu. Tek vuruş GOL! Beni hızlandırabilmek için yavaşlatmıştı. Kulağa basit geliyor ama gerçekten dahiceydi.

Jürgen önce insan sonra futbolcu olduğumuzu asla unutmazdı. Hatırlıyorum bir kere hafta sonundan sonra soyunma odasındaydık ve hani oyuncuların dışarıda içtikten sonra yaptıkları sabah sarımsak yeme numarası vardır böylece nefesin alkol kokmaz. Jürgen, antrenmandan önce yanımıza geldi ve etrafı koklamaya başladı. Av köpeği gibiydi. Kokladı.. kokladı.. kokladı.. kokladı.. ve en sonunda “Bir şey kokuyor…. Sarımsak mı?” dedi. Elbette ki ne olduğunu biliyordu biz de onun bildiğini biliyorduk ama sorusunu ortaya bıraktı ve bir kelime daha konuşmadan yürüdü gitti. Sessiz bir an oldu, birbirimize baktık ve kahkaha atmaya başladık hahahahha.

Ders: Asla Jürgen Klopp’u aptal yerine koymayı deneme. Adam çok zeki!!

Daha iyi olmamda bana yardım eden tek kişi tabii sadece Jürgen değildi. Bayern’e taşındığımda Jupp Heynckess, Pep Guardiola, Carlo Ancelotti ve şimdi Hansi Flick gibi hocalardan çok şey öğrendim ve kulüp kültürü çok profesyonel, standartlarını yükseltmen için zorlanıyorsun ve bunu yapıyorsun. Yine de bana yakınlarımın yardımı olmadan bu performansı gösteremezdim.

Eşim Anna, bunlardan en önemlisidir. Ben Znicz Pruszkow’da oynarken üniversitede tanıştık. Beslenme ve beden eğitimi okuyordu, 26 yaşımdayken onun birikimini diyetimi ve oyuna olan zihinsel yaklaşımımı geliştirmek için nasıl kullanırız diye düşünmeye başladık. Her problemi konuştuk ve tüm genç futbolculara öğretilmesini dilediğim bir şeyi fark ettim. Sorunlarını içine gömmek yerine açmak onları o an çözülmesi daha kolay bir hale getirir. Bu bir insan olarak ve bir futbolcu olarak benim gelişimimde büyük bir adımdı.

Hayatımda olan her şeye geri dönüp baktığımda; bu film kafamda oynadığında, ne kadar şanslı olduğumun farkına varıyorum. Unvanları asla tek başına kazanmazsın. Ellerimle tuttuğum ya da benimle yatağa birlikte götürdüğüm her ödül, daha iyi olmamda bana yardım eden takım arkadaşlarım tarafından kazanıldı. Buna çocukluk arkadaşlarımı, hocalarımı, kız kardeşimi, ayinden erken ayrılmama izin veren rahibi katabilirim. En kötü anımda benim için orada olan annemi ve elbette ki babamı.

Benim profesyonel bir futbolcu olduğumu görecek kadar yaşayamadı ama tüm maçlarımı daha yukarılarda bir yerden, evin en iyi koltuğundan izlediğini düşünmek istiyorum. Topu ayağıma koyan ve asla neden futbol oynadığımı unutmama izin vermeyen oydu.

Ödüller için değil, para için değil, ün için değil.

Sevdiğimiz için oynuyoruz. Teşekkürler baba.

Bu yazıyı orijinalinden okumak için tıklayın! (The Players Tribune)

Çeviren: Doğa Başak Öztürk @dogaslj

Reklam