İşe Gitmenin de Bir Stili Var

İşe Gitmenin de Bir Stili Var

İşe servisle gitmek konforlu, rahat bir yolculuk sağlıyor. Fakat İstanbul’un trafiği malum, oturarak da gitsek yolda saatlerimizi harcayabiliyoruz. Peki bu saatleri nasıl geçiriyoruz? Her yiğidin yoğurt yeyişi gibi her Rezervis kullanıcısının da bir işten eve evden işe gidiş stili vardır.

Kulaklığını takıp müzikle uzaklara dalanlar

Modern klasiklerden sayılabilecek bu tarz aslında 90’larda Walkman’ler çıktığında başlamış sayılabilir. Kaynaklar sonra CD’ler ve MP3 çalarlar olurken günümüzde telefon uygulamalarına kadar geldi. Bu keyfin tarifini şöyle yapabiliriz: Önce koltuğumuza yayılıp (tercihen cam kenarına) çantamızdan ya da cebimiziden arap saçı kulaklığımızı çıkartıyoruz. Kablo uzunluğu yeterli sayılacak kadar düğüm çözdükten sonra telefona kulaklığı takıyoruz. Kulaklıkların sağını solunu denk getirdiğimize emin oluyoruz. Başımızı hafifçe arkaya dayarken vücudumuzu biraz cama doğru çeviriyoruz. Özellikle cama yakın kolu bir yerlere koyabilmek önemli. Şüphesiz öteki kol zaten telefonu tutmakla meşgul olacak. Telefonumuzdan müzik uygulamasını açıp ilk dinlemek istediğimiz şarkıyı ayarlıyoruz. Ses birden patlayınca hafif kısıp kulak konforumuzu da sağladık mı tamamdır. Camdan uzaklara dalar gibi görünüp aslında hayal dünyamıza yelken açıyoruz. Eğer cam kenarında oturamıyorsak aynı hayal dünyası gözleri kapatınca da ulaşılabilir oluyor tabi. Bu da bir seçenek.


“Ben direkt uyurum arkadaş”çılar

Eğer arabada uyuyamama gibi standart bir sorunumuz yoksa şüphesiz vazgeçilmez seçeneklerdendir. Hele de sabah hava kararmadan yola düşenler için mis! Zaten haftaiçi aydınlıkta uyanmayı kim kaybetmiş biz bulalım, değil mi? Bu keyfin müdavimleri genelde üçe ayrılır: Sabah uyuyanlar, iş çıkışı yorgunluktan sızanlar ve her an her yerde uyuyabilenler. Hepsinin tadı ayrı tabi ama bu mecranın püf noktası doğru konumlanabilmek. Bir kere uyuyabilmek için cam kenarı ya da koridor tarafında oturmak çok fark etmez yeter ki boynu düşürmeyecek ve bir tarafı uyuşturmayacak vücut konumunu sağlayabilelim. Zordur... Kimimiz alnını ön koltuğun arkasına dayar. Tabi araya çantayı yastık niyetine sokanlarımız da vardır. Bel sırt rahatsız olmuyorsa aslında en rahat pozisyon bu. Bazılarımız şakağını cama dayar. Araba sarsılıyorsa yandı bu arkadaşlar birkaç sinir hücresi öldürecek kadar kafalarını çarpabilirler. Ben şahsen bu pozisyonda uyumayı hiç beceremedim. Kimimiz de tüm sırtı koltuğa gömerek uyur. Bu konumun en büyük riski daldıktan sonra kişinin boy uzunluğna göre kafanın ya öne ya da geriye (koltuk başından arkaya doğru) düşme ihtimalidir. Öne doğru ani düşme uyku keyfini böler arkaya doğru düşme daha da kötü. Ağız kova gibi açılır. Sonra fotoğrafı çekilenler, ağzına bir şeyler atılanlar... Allah muhafaza!


Kitap, gazete veya dergi okuyabilenler

Daha cümleye başlamadan şapka çıkarttığım insanlardır. Birinci çoğul şahısla anlatamayacağım zira benden üstün bir türün üyeleri bunu başarabilir ancak. Bir kere ilk şart mideniz sağlam olacak öyle iki sarsıntıyla bulanmayacak. Sağlık durumunuz yeterince elverişliyse bile çevredeki muhabbetlerden ve seslerden etkilenmemeniz gerekiyor. Dikkatiniz kolay dağılmamalı. Yandaki muhabbet çok gürültülü olmasa da ilginizi çeken bir konudaysa konsantre olmak çok zor. Ya da daha kötüsü sizin çok iyi bildiğiniz bir konuda biri yanlış bilgilendirme yapıyorsa orada bittiniz! Kafa oraya takılır kalır. “Müdahale etsem mi?”... Bunlardan sağ çıkabiliyorsanız serviste kitap ya da dergi okuyabilirsiniz. Hatta bu bloğumuzun yazılarını bile okursunuzJ. Ama gazetede yine sıkıntılar var. O sayfaları dik tutabilmeniz lazım bir kere. Arada bir üst taraflar düştükçe hafif sirkeleyip kağıdı yine doğrultmanız gerekir. Tabi bunları yapabilmek için bir kolları çevreyi rahatsız etmeden belli bir açıda açık tutmak gerekiyor. Kol da uyuşan bir organ sonuçta. Her aşaması ayrı dikkat ve emek istiyor. Kısaca bu gruptaki insanlar yeteneklidir, saygımız büyük.


Son trend: Dizi izleyenler!

Bu post-modern tarz internette korsan linklerle başlamış olsa da Netflix, puhu tv çağı ürünü olarak adlandırılabilir. Dizi ağımız artık baya bir genişledi. Yabancı diziler hayatımızın merkezine oturdu. En klişe örneği vereceğim zira izlemeyen neredeyse yok: Game of Thrones. Bir zamanlar bir de Lost vardı ama o zamanlar biz henüz serviste dizi izleyecek internet paketlerine sahip değildik. Yaşasın internet! Türk dizilerini yolda izlemek da aslında mantıklı. E zamanımız da kıymetli yani, prime time’da televizyonda yayınlanan dizileri izlemek ölüm. Dizinin 2,5 saat olması yetmiyor üstüne yarısı kadar daha reklam ekleniyor. Bir gün sonra izlerim, bir bölümü 2 günde tamamlarım ama temiz izlerim diyenlerin vazgeçilmezi oldu cep telefonundan dizi izleme keyfi. Hem eve gidince kumanda savaşlarına da gerek olmuyor. Hatta çocukları televizyondan uzak tutmak bile böylece dizi keyfinden mahrum kalmadan mümkün olabiliyor. Yazarken kendim bile bir daha ikna oldum, serviste dizi izlemek çok mantıklı arkadaş!


Antik bir klasik: yurdum insanının tatlı muhabbetini sevenler

Bence daha arabalar yokken atla her yere giderken bile atalarımız yan attakiyle muhabbet ederek yolculuk yapıyordu. Biz tam bir sohbet, muhabbet toplumu değil miyiz? Bir şeyi yaşamaktan çok anlatmak daha tatlı gelir bize. O yüzden sosyal medya yediden yetmişe büyün Türkiye’yi bu kadar hızlı ele geçirdi. Konu da o kadar bol ki... Sabahları önceki geceki diziler ya da maç yorumları, çocukların yaptıkları... Akşam o günün ofis dedikoduları, gün içinde çıkan son dakika haberleri, dolar kuru, tatil planları, akşam yenilecek yemekler... Her biri de her gün güncellenebilen konular olduğundan sohbetin tadı hiç azalmaz. Paylaşmak, bağ kurmak gibisi var mı? Sabah uykuyu açar, akşam hem stresi azaltır. Hele de muhabbete etraftan katılanlar çoğalınca tadından yenmez. İki kişi başlayan konuşmalar bir bakmışız bütün arka grubu içine almış akıp gidiyor. Zamanın nasıl geçtiğini de anlamayız. Arada dalıp ses tonumuzu yükseltiriz, önde uyuyan biri arkasını dönüp uyarır “Pardon” der biraz sesimizi kısar devam ederiz. Belki de en sıcak yolculuğu da böyle yaparız.


Sosyal Medya Bağımlıları ve Alışverişçiler

Servise oturur oturmaz Facebook, Instagram ve Snapchat’i açanları kastediyorum evet ses verin kaç kişiyiz? Bütün gün ancak öğlen arasında elimize telefon alabildiysek hele zaten akşama kadar çatlamışızdır zaten kim ne yaptı ne fotoğraf attı diye. Fotoğraflar içinde oradan oraya atlarken merak bizi Stalk’tan Stalk’a çeker. Sabah serviste baktığımız o son bildirim ya da fotoğraflara dönene kadar her şeye baktığımıza emin olduğumuzda sırada alışveriş siteleri vardır. Bugün açılan butikler, indirimdeki mağazalar didiklenir. Gece elbiseleri... Yakında bir davet de var aslında. Hazır ucuzlamış... E tabi bunun altına ince topuklu kırmızı tabanlı rugan ayakkabı lazım. O da bir sonraki butikten. Akşamları ya da haftasonu alışveriş merkezlerinde zaman mı öldürelim? Bir yerden bir yere gitmek ölüm zaten. Alışverişe çıktığımız zaman da tatil gününün saatleri hemen akıp gidiyor. Yazık. Böyle hem ayağımıza geliyor hem de beğenmediğimizi iade edebiliyoruz sonuçta. Alınacakları aldığımızda ya da bakmayı bitirdiğimizde kafamızı kaldırıyoruz ki gelmişiz!


Siz hangi Rezervis kullanıcısısınız? Belki de birkaçını değişik günlerde deneyimleyen çeşitlilik yanlılarındansınız. Hiç önemli değil, sonuçta her biri bir otobüste tek elle tutunmaya çalışıp diğer elle çantanızı tutarak ayakta kalmaya çalışmaktan daha güvenli. Aynı zamanda her biri de trafikte direksiyonda oturup emniyet şeridine giren, kaza yapan ya da saçma yerlerde şerit değiştirerek trafik sebebi olan insanlara küfretmekten daha huzurlu.


Yorumları görmek veya yorum eklemek için oturum açın